Sayfalar

6 Haz 2011

Resimli Aşk Sözleri









Resimli Aşk Sözleri

































Sen Benim Hiçbirşeyimsin..

Yaşamak için mecbur olduğumu bildiğim ama bana çektirdiği acı yüzünden solumak istemediğim, içime her çektiğimde ciğerlerimi kavuran nefes sen değilsin. Yüzümü alev alev yakan, ne kadar çabalasam da engel olamadığım, gözlerimden içime dökülen gözyaşım değilsin. Nereye baksam gördüğüm, neye dokunsam hissettiğim, kiminle konuşsam dinlediğim, “Her şeyimsin” deki gizli öznem sen değilsin.Sen benim hiçbir şeyimsin…
Yazdıklarımdan çok daha az
Hiç kimse misin bilmem ki nesin
Lüzumundan fazla beyaz
Sen benim hiçbir şeyimsin
Varlığın yokluğun anlaşılmaz

Varlığına şükrederken yok olmasını istediğim, bütünüyle benim olmasını dilerken, içimden söküp atmak istediğim, yokluğunda özlemiyle, varlığında varlığıyla beni öldüren, aşkın, sevdanın, acının sözlüğümdeki anlamı sen değilsin. Dokunuşlarıyla yangınlara, susuşlarıyla isyanlara sebep olan, Yüreğime başkaldırtan, içimde depremler yaratan, yalnızlığıma yalnızlıklar katan, varlığıma sebep olan sen değilsin.Sen benim hiçbir şeyimsin…

Galiba eski liman üzerindesin
Nasıl karanlığıma bir yıldız olmak
Dudaklarınla cama çizdiğin
En fazla sonbahar otellerinde
Üniversiteli bir kız uykusu bulmak
Yalnızlığı öldüresiye çirkin
Sabaha karşı öldüresiye korkak
Kulağı çabucak telefon zillerinde


İçimdeki gelgitlerin sebebi gelip gitmelerin değil, varlığına alışırken yokluğunu, yokluğuna alışırken varlığını özlediğim sen değilsin. Her gece güneşi beklerken yeni güne sebebim olan, gün boyunca özlemiyle yaşama lanet okutan, mutluluğum, hüznüm, huzurum, telaşım sen değilsin. Sen benim hiçbir şeyimsin…

Hiçbir sevişmek yaşamışlığım
Henüz boş bir roman sahifesinde
Hiç kimse misin bilmem ki nesin
Ne çok çığlıkların silemediği
Zaten yok bir tren penceresinde

Kendimi kendime inkâr ettiren sen değilsin. İnanmamak için kendimi ne kadar zorlasam da varlığına hayran olduğum, yaşama tutunma gücüm, iyi şeylere inanma gücüm, umudum, aşkım, hayallerim değilsin. Sen benim hiçbir şeyimsin

Yabancı bir şarkı gibi yarım
Yağmurlu bir ağaç gibi ıslak
Hiç kimse misin bilmem ki nesin
Uykumun arasında çağırdığım
Çocukluk sesimle ağlayarak

Son Nefes

Bir gün seni düşünerek son nefesimi verdiğimde,bunu bir üstünde dolaşan bulutlar bir de ayağını bastığın toprak bilecek.Bir tek onlar anlayacak halimden,bir tek onlar bi*lecek kadri kıymetimi,bir tek onlar dostluk edecek bana uzun uykumda...

Hiç iyileşemeyecek kalp yaralarımla sarıldığım be*yaz kefenim,benim acılarım için sargı bezi olurken,ağrı*larıma merhem olacak toprağın ve nefessiz kalan bedeni*me can verecek gökyüzü hep birden şahitlik yapacaklar seni ne kadar çok sevdiğime...
Gökyüzü kuşları dolaştıracak,toprak çiçekler bitirecek üzerimde.Kuşların ve çiçeklerin şarkılarıyla hasretim di*le gelecek nice ömürler boyunca..

Eğer bir gün gezinirken güzel yüzünle sokaklarda,gelir de tatlı bir rüzgâr,dünyanın en tatlı güzel gözlerine,dün*yanın en tatlı yanaklarına bir öpücük kondurursa bil ki bendendir...!!
Sana hasret gitmiş dudaklarımın hüzünlü öz*lem şarkılarına dayanamamış bulutların ve toprağın ricası*na gelmiş bir rüzgârdan en riyasız,en içten,en yalnız ve en ölümlü öpücüğüdür o...!!!
Dünyanın tüm âşıklarından neşet etmiş ne kadar öpü*cük varsa,işte o zaman derin bir ah ederler halime.Tüm âşıklar mezarlarından bir titremeyle sarsılır,tüm kavuşmuş sevenler mutluluklarına pişman olup,en içten dualarla ya*karırlar Rab'lerine.Tüm mutluluklarını bağışlamak isterler;
senin o güzel dudaklarının bir öpüşüne...
Ne çare ki,bedbaht ömrümün son sayfası da karalan*mış,acıların alfabesiyle doldurulmuş ömür defterim mah*şere kadar açılmamak üzere kapanmıştır.Lakin kapanma*dan giden,sana bakmaya doyamadan giden gözlerim,me*zarda da olsa hep seni gözler..
İmkânsızlığını bile bile bir Meleğin elinden tutarak gelip,son bir sözünü söylemeni beklemem ne kadar beyhude ol*sa da,bilsen ne büyük bir hasrettir ki,ölümlü bedenimi son uykusuna bir türlü bırakmaz...

Düşünmek...

Düşmek; bazen bir daha kalkamamaktır. 

Bazende, daha iyi kalkmak toparlanmak, eskisinden daha diri olmamaktır ruh için.Elbet beden düşecek toprağa tıpkı bir yaprak gibi. 

Bir kıvılcım gibi söner bedenler.Elbet bedenler toprak olur. 
Ya düşen yürekse ve ruhumuzsa ne olur? 

Yaşamın pırıltılarında esir ettiğimiz sımsıkı tutamadığımız yüreğim ne olur,ah yürekler ne olur? 

Tutabilmek hayatı ve tutunabilmek biryerlere,birşeylerin ucunda olsa... Sımsıkı tut yüreğini ki tutundum diyebildiğin birşeyin olsun. Her insanın en çok aşina olduğu kadar bir o kadar uzak olduğu menzil değilmidir yüreğimiz ? 

Ne kadar ara verirse versin insan. birşeye ara vermemeli yüreğine onu hep sıkıca tutmalı ve tutunacak bir yer bir liman aradığında içinde bulmalı onu, 
coşturmalı değil mi çağlayanları? 
Açtırmalı tüm lalelezarları yüreğinde. 
Sıkı tut yüreğini hem de sımkısı kaçmasın . 

Niye sıkılıyoruz ki ? 
Neden hezeyanlar neden yüreğimizde med-cezirler ? 
Galiba tutamıyoruz/tutunamıyoruz, hiç bitmiyor yürek fırtınasıda ondan. 
Ne ümitler saklıyorum içimde ve de son nefese kadar saklayacağım ben. 

Ümit o ki; hiçbir çile ve zorluk ruhu yıpratmasın, yolundan alıkoymasın. 

Bedenimiz elbet eskir, pörsür. ya ümitlerimiz hayallerimiz ve tabi ki sıkı sıkı sardığımız, sarıldığımız yüreğimiz? 

Özlemek Diyorsun Bana...


Sustu ve akşamı bekledi gözlerim. Güneşin battığı tepelerde gökgürültüsüne karışık
bir yalnızlık belirdi. Sanki yüreğim yağmur, yüreğim sensizlik. İşte sevdiğim sana anlatamadığım en büyük kimsesizlik. Şimdi hayatımın en belirsiz zamanlarından birisi ile daha yine kendi başımayım. Susuyor ve seni dinliyorum. Adı hayallerime senden kalan çaresizlik.
Özlemek diyorsun ya bana,oysa dudaklarından dökülen her kelime sonbaharları taşıyor duygularıma. Özledim diyorsun tebessümle. Yağmurlar yağıyor uykularıma. Bir hayalden kopyalanıyorum gelmeyen sabahlarıma. Şimdi öyle bir vakit ki bu yaşadığım,ne kelimeler kendi yerlerini buluyor, ne de sana söylemeye cesaret edebildiğim cümleler.


Sen yoksun aslında. Ama ben hep varmışsın gibi yaşıyorum,sanki bana hep gülüyormuşsun gibi içimi açmayan yalnızlığımı terkediyorum aynalarda. Hayat diyorum sana. Anlamıyorum diyorsun bana.
Havanın erkenden karardığını hissediyorum ve açıkça söylemek gerekirse, bu saatte çekip gitmeni istemiyorum. Yazılmamış şiirleri buluyorum tavan arası düşlerimde. Düşlerimmi ben, benmi düşlerdeyim bilemiyorum. Kimseye senden kalan acılarımı,hüzünlerimi sevinçlerimi anlatmıyorum.
Özlemek diyorsun bana, söylediğim her kelimeyi fırlatıp atarcasına boşluğa. Özledim diyorsun. Beni susturuyorsun. Sen yoksun aslında. Ama ben seni sanki hep buradaymışsın gibi yaşıyorum. Aşk oluyorum kendimce dudaklarında.
En güzel aşkları anlatıyorsun bana,en güzel sevdaları bırakıyorsun kollarıma. Ve bir tılsım gibi dönüp duruyorsun başımda. Nice vedalar yokoluyor yalnızlığımda. Sen asla bilemiyorsun.
Değmez biliyorum gözyaşı dökmek tamamen yokoluşa.. Hayatımda herşeyin bir tarafa atıldığı zamanlarımda çıkıyorsun birden karşıma. Yağmurda kendimi dinlerken, penceremden yıldız kovalarken, şiirler yazarken yüreğine,şiir olurken daha çok senin unutamadığım gerçekçi güzelliğine. Bir peri gibi dokunuyorsun senden kaçıramadığım kapanan gözlerime. Uyan diyorsun bana,uyan. Özledim seni. Biraz daha dayan.
Ve göremeyeceğim gözlerine umutlanmayı öğretirken çıkıp geliyorsun karşıma. Özledinmi diyorsun. Aklıma gelen her düşüncede delilik nöbeti sendromlarına bırakıyorsun beni. Evet özledim diyorum ,özledim seni hemde deliler gibi. Sende kalan herşeyi, gündüzü,geceyi,dünde kalan her heceyi özledim diyorum sana. Yağmurlarda bırakarak beni gidiyorsun yine. Ben kapatıyorum ardınsıra usulca gözlerini.
Bir virüs gibi yayılıyorsun hayallerime. Ama yetmiyorsun bana hiç özledim demekle, bunu sende iyi biliyorsun. Söylemek çok zor aslında biliyorum ama hiçbir düşte olmayan ben gibi, sende yoksun artık gözlerime.
Gel desem biliyorum, gelmeyeceksin hiçbir zaman gecelerime. Ve ne kadar özlediğimi bilemeyeceksin seni yamalı hayallerimde..
Seni unutmayacağım asla sevdiğim,ne sende,nede değerini hiçbir zaman bilemediğim kendimde.

Aslı ile Kerem Aşk Hikayesi

Asıl adı Ahmet Mirza olan Kerem, Islahan Şahının oğludur. Şahın hazinedarlığını yapan Ermeni Keşişinin kızı Aslı ile Kerem birbirlerini severler. Şah Keşişten kızı oğluna ister. Keşiş, bir müslümana kız vermek istemez. Fakat hükümdarın isteğini reddemez; bir mühlet ister ve bu mühletin içinde gizlice memleketten kaçar.
Kerem de Aslı'nın peşinden yola düşer. İşte, Kerem'in sevdiği kızın ardınca bütün Anadolu'yu baştan başa gezmesi böylece başlar. Kerem artık yanında sadık arkadaşı Sofu, omuzunda sazı ile bir "Aşık" olmuştur. Her gittiği yerde, her rasladığına sazıyla ve yanık türküleriyle, Aslı'nın izini sorar, ona haber verenler de olur, vermeyenler de... Bazı defa nehirlere, dağlara, kayalara, dağlardaki hayvanlara derdini döker, yolunu bağlayan karlı, boranlı bellerden yol ister. Onun önüne çıkan engeller, bir defa inkisarına uğradılar mı iflah olmazlar. Kerem aşk ateşinde pişe pişe kemale erer, keramet sahibi olur. Allah onun her dileğini yerine getirir.
Bazı şehirlerde Kerem, Aslı Han'a bir zaman kavuşur. Keşişten habersizce bir müddet birbirlerine sevgilerini anlatırlar, dertlerini dökerler. Erzincan Bağlarında ve Kayseri'de olduğu gibi... Sonunda Kerem Aslı'sının peşinden Halep'e varır. Halep Paşasına kendini sevdirir. Paşa, Keşişi tehdit ederek kızını Kerem'e vermeye razı eder. İki sevdalının nikahları kıyılır. Fakat kötü ruhlu Keşiş onlara son fenalığı yapar. Kızına sihirli bir gerdeklik gömlek giydirir. Bu gömlek son düğmesine kadar açılır, tekrar kapanır imiş. Kerem sevdiğinin düğmelerini bir türlü çözemez. Yüreğinden kopup gelen ateşle yanar, kül olur. Kerem'in külleri dağılmasın diye bekleyen Aslı Han'ın saçları, küllerin içinde kalmış bir kıvılcımla tutuşur, iki aşığın ancak külleri birbirine kavuşur.

Sevgililerin birbirine kavuşmasıyla sona ermeyen bir macera olduğu için Kerem hikayesi toy, düğün ve kış geceleri muhabbetlerinde eğlence vasıtası olan halk hikayeleri arasında, çok sevildiği halde, başından sonuna kadar anlatılmaz, hatta birçok yerlerde bunun anlatılmasını günah sayarlarmış.

Ferhat ile Şirin Aşk Hikayesi


Ferhat, nakkaşlık yapan, Şirin’e sevdalı yiğit bir delikanlıdır Saraylar süsler, fırçasından dökülen zarafetin Şirin’e olan duygularının ifadesi olduğu söylenir.

Amasya Sultanı Mehmene Banu’ya, kız kardeşi Şirin için, dünürcü gönderir Ferhat Sultan; Şirin’i vermek istemediği için olmayacak bir iş ister delikanlıdan “ Şehir'e suyu getir, Şirin'i vereyim” der, demesine de su, Şahinkayası denen uzak mı uzak bir yerdedir.

Ferhat'ın gönlündeki Şirin aşkı bu zorluğu dinler mi? Alır külüngü eline, vurur kayaların böğrüne böğrüne Kayalar yarılır, yol verir suya Zaman geçtikçe açılan kayalardan gelen suyun sesi işitilir sanki şehirde.

Mehmene Banu, bakar ki kız kardeşi elden gidecek, sinsice planlar kurarak bir cadı buldurur, yollar Ferhat’a Su kanallarını takip edip, külüngün sesini dinleyerek Ferhat’a ulaşır Ferhat’ın dağları delen külüngünün sesi cadıyı korkutur korkutmasına da, acı acı güler sonra da “Ne vurursan kayalara böyle hırsla, Şirin'in öldü Bak sana helvasını getirdim” der Ferhat bu sözlerle beyninden vurulmuşa döner “Şirin yoksa dünyada yaşamak bana haramdır” der Elindeki külüngü fırlatır havaya, külüng gelir başının üzerine bütün ağırlığıyla oturur Ferhat'ın başı döner, dünyası yıkılmıştır zaten “ŞİRİN !” seslenişleri yankılanır kayalarda.

Ferhat'ın öldüğünü duyan Şirin, koşar kayalıklara bakar ki Ferhat cansız yatıyor Atar kendini kayalıklardan aşağıya Cansız vücudu uzanır Ferhat'ın yanına.

Su gelmiştir, akar bütün coşkusuyla, ama iki seven genç yoktur artık bu

Dünyada İkisini de gömerler yan yana Her mevsim iki mezarda da birer gül bitermiş, sevenlerin anısına, ama iki mezar arasında bir de kara çalı çıkarmış iki sevgiliyi, iki gülü ayırmak için.....

Leyla İle Mecnun Aşk Hikayesi


Mecnun, bir kabile reisinin dualar ve adaklarla dünyaya gelmiş olan Kays adlı oğludur. 
Okulda bir başka kabile reisinin kızı olan Leyla ile tanışır. 
Bu iki genç birbirlerine aşık olurlar. Okulda başlayıp gittikçe alevlenen 
bu macerayı Leyla'nın annesi öğrenir.
Kızının bu durumuna kızan annesi, kızına çıkışır ve bir daha okula göndermez. 
Kays okulda Leyla' yı göremeyince üzüntüden çılgına döner,
başını alıp çöllere gider ve Mecnun diye anılmaya başlar.
Mecnun' un babası, oğlunu bu durumdan kurtarmak için Leyla'yı isterse de Mecnun 
(deli, çılgın) oldu diye Leyla' yı vermezler. Leyla evden kaçarak, Mecnun' u çölde bulur. 
Halbuki o, çölde âhular, ceylanlar ve kuşlarla arkadaşlık etmektedir ve
mecâzî aşktan ilâhî aşka yükselmiştir. Bu sebeple Leylâ' yı tanımaz. 
Babası Mecnûn' u iyileşmesi için Kâbe' ye götürür. 
Duâların kabul olduğu bu yerde Mecnûn, 
kendisindeki aşkını daha da arttırması için Allahü Tealâya duâ eder:

"Ya Rab belâ-yı aşk ile kıl âşinâ beni
Bir dem belâ-yı aşkdan etme cüdâ beni."

Duâsı neticesi aşkı daha da çoğalır ve bütün vaktini çöllerde geçirmeye başlar.
Diğer tarafta ise Leylâ da aşk ıstırabı içindedir. 

Bir zaman sonra âilesi, Leylâ' yı İbn-i Selâm isimli zengin ve îtibârlı birine verir. 
Ancak, Leylâ kendisini bir perinin sevdiğini ve eğer kendisine dokunursa ikisinin de 
mahvolacağını söyleyerek İbn-i Selâm' ı vuslatından uzak tutmayı başarır.

Mecnûn, çölde, Leylâ' nın evlendiğini arkadaşı Zeyd' den işitince çok üzülür. 
Leylâ' ya acı bir sitem mektubu gönderir.
Leylâ da durumunu bir mektupla Mecnûn' a anlatır. 
Kendisini anlamadığından dolayı o da sitem eder.

Bir müddet sonra Mecnûn' un âhı tutarak İbn-i Selâm ölür. Leylâ baba evine döner. 
Bir çok tereddütten sonra her şeyi göze alarak, Mecnûn' u çölde aramaya başlar. 
Fakat Mecnûn, dünyadan elini eteğini çekmiş ilâhî aşk yüzünden Leylâ'nın 
maddî varlığını unutmuştur. Leylâ, çölde Mecnûn' u bulduğu hâlde, Mecnûn onu tanımaz. 
Leylâ onun erdiğini anlarsa da yine onsuz yaşayamaz. Hastalanıp yataklara düşer.
Kısa zaman sonra da ölür. Mecnûn, Leylâ' nın ölüm haberini öğrenir. 
Gelip mezarını kucaklar, ağlayıp inler;

"Ya Rab manâ cism ü cân gerekmez
Cânânsuz cihân gerekmez."

Der, kabri kucaklayarak ölür.

Bir müddet sonra Mecnûn' un sâdık arkadaşı Zeyd rüyasında, 
Cennet bahçelerinde birbiriyle buluşmuş iki mesut sevgili görür. 
Bunlar kimdir? diye sorunca, derler ki: 
"Bunlar Mecnûn ile onun vefalı sevgilisi Leylâ' dır. Aşk yoluna girip temiz öldükleri, 
aşklarını dünya hevesleriyle kirletmedikleri için burada buluştular."

LEYLA ve MECNUN



Ey Rabbim! Aşk belasıyla beni tanıştır
Beni bir an bile olsa; aşk belasından ayırma!

Detlilerden yardımını uzak tutma.
Yani beni daha çok belalara müptela eyle!

Ben var oldukça, beladan, isteğimi uzaklaştırma!
 
Ben belayı isterim, çünkü bela da beni ister.
 

Sevgi belasıyla ağırbaşlılığımı gevşetme!
Ta ki dostlar beni kınayıp vefasız demesinler!
 

Gidip geldikçe, sevgilimin güzelliğini arttır,
Sevgilimin derdine beni daha çok mübtela et.
 

Ben nerede, mevki ve itibar kazanma nerede?
 
Bana yoksulluk ve yokluk ulaşma kabiliyeti ver
 

Senden ayrıyken, bedenimi öyle zayıf kıl ki,
 
Bahar yeli beni sana kavuştursun.
 

Fuzûlî' nin nasibi gibi beni gururlandırıp,
 
Ey Rabbim, asla beni bana bağlı kılma!
 

Sonunda yar, ağlayıp inlememize acıdı ve
 
Bugün hüzünler evimize ayak bastı.
 

Gözyaşı yağmurum, demek, öyle tesir etti ki,
 
Gül bahçemizde taze bir gül dalı düşürdü.
 

Ah ateşinin bizi yaktığı,
 
Ayrılık gecesini aydınlatan meş' aleden bellidir.
 

Eğer ağlayan gözümüzde uyku olsaydı,
Bu kavuşma uyku halinde görülen bir rüya demek mümkün olurdu.
 

Gördüğümüz bir hayal mi?
 
Yoksa sevgilinin yanımıza geleceği aklımıza bile gelmezdi.
 

Ey can ve gönül! Sevgili, misafirimiz oldu!
 
Neyimiz varsa, misafirimizin ayaklarına dökelim.